Bir ülkenin geleceğine sahip çıkacak nesiller, nasıl yetiştirilir?
Bu soruya cevap ve çıkış yolu arayacağımız ilk basamak iyi bir eğitim ve öğretim ile başlangıç yapmak olabilir.
İyi bir eğitim ve öğretim de gençliği yetiştirecek kimselerin iyi donanımlı olmasını gerektirir.
Bunlar olmadan da kültür ve değerlerimizi koruyabilme; bunları gelecek kuşaklara iletebilme başarısına ulaşamayacağız.
Ülkemizin gençliği şu anda içinde buluğumuz ekonomik, sosyal, kültürel ve politik duruma genelde ilgisiz durumdadır. İçinde bulunduğu şartları beğenmeyen ancak bu ülkenin geleceği için kişisel bir rol üstlenmeyi de istemeyen bir çoğunluğun giderek arttığını görmekteyiz. Başarıyı, mutluluğu başka bir ülkede arama isteğinin artık toplumun çoğunluğunu oluşturan gençlerin büyük bir çoğunluluğunun vizyonu haline geldiği açıktır –bunun da anlamı ülkemizin geleceğinin ipotek altına gittiğidir. Gençliğin Cumhuriyete duyduğu bağlılık ve ilgi her geçen gün azalmaktadır.
Mevcut eğitim ve öğretim sistemimizin ezbere dayalı bir yolu izliyor olması gençliği kitap okuma ve araştırma alışkanlığından alıkoyduğu gibi, onları gelecekteki meslek yaşamlarına da hazırlayamamaktadır. İşsizlik de gençliğin geleceğe güveninin önünde başka bir sorun olarak büyümektedir. Diğer yandan artan suç oranlarında işsizliğin etkisinin göz ardı edilemeyeceği açıktır. Hal böyle olunca da kendi bireysel kurtuluşlarına odaklanmış bir nesil ortaya çıkmaktadır.
Gelecek kuşakları yetiştirecek olan eğitim bilimleri öğrencilerinin bile ders dışı okudukları kitapların sayısı yılda üç ya da dördü geçmemektedir. Bilgi donanımı yetersiz kişilerin de gençlere okuma alışkanlığı aşılaması, dolayısıyla bilgili ve kendine güvenen bir nesil yetiştirmesi zordur.
Başarının dürüst olmayan yollardan elde edilmesinin kolaylığı üzerine dayalı bir alt kültürün yerleşmeye başlaması, gençliğe kendi kimliğini oluşturmada doğru bir model sunmamaktadır. Bu da ya kendi içine kapanmış yalnız ve gelecekten umudu olmayan endişeli bireyler yetişmesine ya da içinde bulunduğu zamana, ülkeye, kültüre yanlış bakan, tepeden bakan ya da kızgınlıkla karşı çıkan bir nesil ortaya koymaktadır. Önce anne ve babaya daha sonra da yerleşik sistem ve genel otoriteye karşı çıkma şeklinde kendini gösteren itaatsizlik ve yasa tanımazlık daha ileri dönemlerde sorumsuzluk olarak kendini gösterecektir.
Ruhsal gelişimini tamamlamasında eğitimde, ailede ve sosyal çevrede bir destek göremeden büyüyen çocukların doğru arkadaş seçimi yapması, insanlarla doğru bir ilişki kurabilmesi, yetişkin olabilmenin sorumluluğunu taşıyabilmesi, kendi cinsel kimliğinin ve rolünün bilinçli bir farkındalığı içinde olarak karşı cins ile sağlam bir duygusal bağ kurabilmesi, birey olarak toplum içinde ve toplumsal katmanlarla uyumlu bir diyalog içinde olabilmesi, yurttaşlık haklarının ve sorumluluklarının bilincinde olarak kendini ifade edebilme ve haklarını arayabilme becerilerini yapıcı yollarda kullanması ve bunları geliştirebilmesi sırasında da ahlaki ve manevi değerlerden güç alarak kendi yaşam felsefesini oluşturabilmesi mümkün olamayacak; böyle bir durumda da sözleri ile davranışları uyumsuz, çevresine güven vermeyen; bu olumsuz tavırlar içinde olaraktan çevresine güvenemeyen insanlar yetişecektir.
Henüz okul çağındaki çocukların okuldan kopup iş ve aş derdi ile yüzleşmek zorunda kalması, kimliğini ve kişiliğini şekilleyememiş olan çocuklarımızı hayatın acımasızlığı karşısında “kızgın, haksızlığa uğramış, hayat karşısında en başında kaybetmiş” olma hissine düşürmektedir. Bunun yanında aileden ve toplumdan kopmuş bir şekilde sokakta yaşayan çocukları terör, şiddet, taciz ve narkotik tehlikeler beklemekte ve bunun yanında da onları suçun her türlüsüne eğilimli hale getirmektedir.
Diğer yandan kırsal kesime göre daha iyi şartlarda yaşayan ve okuyan gençlik de iyi bir eğitim alıyor gibi gözükse de çoğu zaman anne ve babanın çalışmak durumunda olması onları daha en başında esas bilgi, güven ve kültür alma çağlarında sevgi ve ilgi eksikliği ile büyüyen, psikolojik sorunlarla tek başına mücadele etmek zorunda kalan bireyler haline dönüştürmektedir.
Okumayan ama televizyon ve internet yolu ile kontrolsüz bir şekilde öğrenen bir gençliğin kendisinden sonra yetiştireceği gençlik bugünkünden daha iyi olamayacaktır. Hem televizyonun hem de bilgisayar ve internet oyunlarının şiddet ile ilgili içeriğinin yoğunluğu gelecekte daha büyük bir toplumsal yara olarak karşımıza çıkacaktır.
Bu durumda toplumsal kitlelere hitap eden gerek öğretmenler ve eğitimciler gerekse din görevlileri –hayatlarını insan yetiştiren kimseler olarak geçirmelerinden dolayı- kendi mesleki branşları dışında kalan konulara eğer kapalı kalırlarsa okumaya, kültüre, sanata, bilime yönelik öğretecekleri şeyler bir genci olması gerektiği düzeyde motive etmekten uzak olacaktır.
Ülkemizin arkeolojik zenginliklerinin farkında olmayan, bunun değerini bilmeyen kimselerin çoğunlukta olduğu bir toplum olduğumuz gerçeğinden yola çıkarsak; üyesi olduğumuz toplumun nasıl bir bilgi, kültür, sanat, dünya görüşü, geleneklerin devamı olduğunun farkında olmadan kendi değerlerimize sahip çıkamayız. Benzer şekilde ülkemizin yazarlarını, düşünürlerini, sanatçılarını, edebiyatçılarını tanımadan; onların bilgi, tecrübe ve armağanlarının ürünü olan etkinlik ve eserleri bilmeden de değişen dünyayı doğru bir şekilde değerlendirebilen bir kuşak yetiştirmek mümkün olmayacaktır.
Kendini küçük gören bir toplum olmak istemiyorsak geleceğimize bilimsel, kültürel, politik ve sanatsal değerlerimizi doğru bir şekilde öğretmek; gelecek nesillerin bunu sonraki nesillere taşıyabilmesi için de onlara okuma-öğrenme-araştırma-düşünme bilincini verebilmemiz; böylece de kültürünü ve değerlerini içselleştirmiş insanları yetiştirmemiz gerekmektedir.
İyi yetişmiş çocuklar geleceğin öncelikle iyi çocuk yetiştiren anne ve babalarını, sonra da geleceğin Türkiye’sini hazırlayan sorumlu kimselerini –işçisiyle, memuruyla, esnafıyla, tüccarıyla, bürokratıyla, siyasetçisiyle- doğuracaktır.
“NASIL BİR NESİL YETİŞTİRMEK İSTİYORUZ” sorusu ile yüzleşmeden sorunun ciddiyetini ve aciliyetini göremeyeceğimiz gibi önceliklerimiz içinde en birinci sıraya da bununla ilgili bir çözüm yerleştiremeyeceğiz.
Kendi ülkesinde tiyatroya gitmemiş, kendi sineması hakkında bilgisi olmayan, kendi ülkesinin edebi ve sanatsal etkinliklerinden ya da üretiminden pay alamamış kimselerin başka kültürleri benimseyip kabul etmesi çok daha kolay olacaktır.
Öyleyse kitlelere hitap eden ve onları etkileyen eğitimcilerin ve din adamlarının boş koltuklara gösterim yapan tiyatro, sinema, konser v.s. etkinliklere hiç olmazsa bir otobüs biletine katılabilmesi; yeni çıkan bir kitabı maliyet fiyatına alabilmesi; böylece kendi hitap ettiği kişileri okumayı ve öğrenmeyi, düşünmeyi ve araştırmayı sevdirmeye yönlendirmesi arzu ettiğimiz bir gelecek ve nesil için iyi bir başlangıç olacaktır.
Saygılarımla,
Rev. İlhan Keskinöz
Türk Dünyası Presbiteryen Kilisesi
Ruhani Kurul Bşk. Yrd.
www.twpc93.com / www.presbiteryen.org