MİSYON VE DİYALOG TANIMIMIZ
Hristiyan İnancı misyoner bir yapıdadır. Bu sebepten farklı her inanca kendisini anlatmak, bütün Adem soyu ile düzeyli bir şekilde, insanı ilişkiler kurmayı arar.
Ancak farklı kültürler ve inançlar Hristiyanlığı ‘Hristiyan’ kişilerin [daha doğrusu, ‘Hristiyan’ olduğunu düşündükleri kişilerin] sözlerinden, eylemlerinden, davranışlarından tanıma eğilimindedir.[1] Ancak bu rasyonel bir bakış açısı değildir. Ancak pek az insan inancı kendi kaynağından öğrenme gibi zahmetli bir işe girişir. Bazen böyle bir araştırmaya giren kişiler de yeterince Türkçe Kaynaklara ulaşamamaktan ya da Hristiyan Kaynaklara nasıl ulaşabileceğini bilememekten dolayı sorularına tatminkar bir cevap bulamaz.
Kilisemiz, inancımızı kaynağından [Kutsal Kitap’tan] öğrenmek isteyen herkesin Kutsal Kitap’ın ne olduğunu öğrenmelerini kolaylaştıracak kaynaklara ulaşmalarını sağlamak amacıyla web sitelerini devreye sokmuştur.
Kilisemiz, Hristiyanlığın ne olduğunun ya da ne olmadığının doğru anlaşılması ve anlatılabilmesi için Hristiyanların da akademik bir donanıma sahip olması gerektiğine inanarak, Hristiyan ilahiyatına ait kaynakların yazılması, tercüme edilmesi, yayınlanması hizmeti ile kilisesi olmayan yerleşim birimlerinde yaşayan Hristiyanları da bilgilendirmeyi ve inançlarında büyümelerine yardımcı olmayı amaçlar.
Kilisemiz, toplumsal uzlaşma için “diyaloğun” gerekli olduğuna kanaatle Hristiyan inancını İslam komşularımızla ve her inançtan kimselerle akademik bir düzeyde paylaşmayı amaçlar.
21. yüzyıl çoğulcu bir toplum yapısını hızla büyütmektedir. Artık sınırların kalktığı bir ortamda her inançtan, her kültürden inanan ve inanmayan insanlar gittikçe artan bir şekilde toplumda bir araya gelmektedir. Pek çok farklı dine, kültüre, felsefeye, uluslara mensup insanlar çoğulcu bir toplum düzeni içinde yaşarken bir taraftan da karşı tarafa kendilerini önyargılardan uzak bir şekilde tanıtma ihtiyacı içine girmişlerdir. Çünkü her bir inanca mensup kişiler kendi inançlarını ve kültürlerini ait oldukları topraklarda daha iyi yaşayabilme isteği içindedirler.
Dinler ve kültürler açısından “diyalog” toplumsal barış ve uzlaşmanın bir şartı olduğu kadar, toplumsal zenginliğin de bir harcıdır. Eğer bir coğrafya üzerinde yaşayan faklı kültürler ve inançlar arasında doğru “diyalog” ortamı olmazsa o coğrafya üzerinde yaşayan insanlar, dolayısı ile diğer milletler arasında da barış ve dostluk olması mümkün değildir.
Günümüzde İslam-Yahudi, İslam-Hristiyan halklar arasındaki “diyalog” eğer olması gereken düzeyde olsaydı, dünyamızın savaş, kan, gözyaşı, istenmeyen göç, terör gibi sorunlarla daha az başı ağrıyacağı açıktır.
Eğer dünya üzerindeki en yaygın inançlardan İslam-Hristiyan Diyaloğu uygun bir zeminde gerçekleşebilirse bu olay dünya barışına hizmet edecektir. Çünkü nüfus açısından her iki inancın dünya üzerindeki yüzdesi diğer farklı inançların birbirleriyle olan ilişkilerini etkileyebilecek potansiyeldedir.
Böylece Misyon anlayışımız başkalarından duyduklarına göre karar vermeden Hristiyanlığı Hristiyan bir kaynaktan öğrenmek isteyenlere cevap vermek şeklindedir.
Bu durumda istemeyen, sormayan kişiye değil; araştıran ve bizden soran kişilere cevap verme sorumluluğumuz olduğunu düşünmekteyiz. Bu yapımızdan dolayı da “sokakta İncil, kitap, broşür dağıtma; kişilere telefon açma, adreslerimizi aramaları yönünde telkinler yapacak reklam nitelikli” faaliyetlere kapalıyızdır. Ancak kilisemizden bilgilenmeyi talep eden kişilerin taleplerini cevaplarız.
“diyalog” anlayışımız ise “sorana cevap vermek” şeklinde olup inançlar arasında Polemik ya da Münazara, Münakaşa çıkarmaktan kaçınmak şeklindedir. Çünkü böyle bakış açıları bir tarafın diğer tarafı dışlama girişimini destekleyerek bir tarafın “doğru” diğer tarafın “yanlış” olduğunun tescil edilmesi gayretine dayanır. Ancak tarafların ne böyle bir ispat etme içine girmeye çalışmaları, ne de birbirleri hakkında “doğru” veya “yanlış” şeklinde bir yargıya varmaya çalışmaları “diyalog” amacına hizmet etmez. Çünkü “diyalog” tarafların diğeri üzerinde zafer kazanma aracı değildir.
“diyalog” fikri bir düzeyde de olsa çekişme, çatışma içine girme aracı değildir. Bu durumda farklı inanç sahiplerine zorla başka bir inancı öğretme, benimsetme çalışma yolunu doğru bulmuyoruz. Farklı unsurların birbirlerine dair önyargılarını kaldırması için saygılı tavır ile birbirlerinden sorup öğrenme yolunu uygar ve insana en yaraşır şekil olarak tanıyoruz.
Aynı toplum içindeki farklı inanç sahiplerinin sadece ortak olan yönlerini değil, ortak olmayan yönlerini de rahatça, özgürce konuşmaları ve yaşamaları gerektiğine inanmaktayız.
Kişilerin kimliklerinin birer parçası olarak din ve kültür karşılıklı saygı ortamı içinde rahatça ifade edilebildiğinde toplumsal barış kendiliğinden doğal bir şekilde gelişir, farklı kültürler diğer kültürleri bu dünyanın içindeki mozaikten bir parça olarak görmeye başlar.
Farklılıkları küçük gören ya da farklılıkları bir tehdit gibi gören insanlar bizim anladığımız “diyalog” fikrinden uzaktır. Çünkü vatanseverliğin de terörün de “dini” olmadığı kanaatindeyiz.
Gururdan kaçınmayı ve alçak gönüllü olmayı öğreten şeyi “diyalog” tanımımız içinde tutmaktayız -kaldı ki, dindarlık ile gurur [nefret, kin] yan yana olamaz.
Bu ülkede yaşayan pek çok farklı inanç ve kültürün farklılıklarına rağmen, uzlaşmalarının mümkün olamayacağı konulara rağmen, bütün vatandaşlarımızın düşünce özgürlüğünü sindirmesini, düşündüğünü yaşayabilmesini, herkesin birbirinin haklarını tanıması gerektiğini savunmaktayız.
Farklılıklarını bastıran ve yok sayma anlayışı içinde olan toplumlar aslında insanın yaratılışına aykırı olan şeyi yapmış olurlar. Bu durumda vicdani ve manevi değerleri özgür bir şekilde güvence altında tutmayı başaramayan toplumlar medeniyeti tam olarak yakalamış olamazlar.
Bir dindar kişi kendi ilkelerini konuşabilmeli, öteki dinlerin sorularına açık olmalı, öteki dinlerin mensuplarına kendisi ile eşit haklara sahip bir kimse olarak bakabilmelidir. Birlikte yaşamanın tadı da bu şekilde duyabilir.
Dindar olmayan ya da bir dine inanmayan insanlar açısından “diyalog” ne ifade etmektedir? Aslında gerek ahlaki, gerekse humanist eğilimlerimizin, gerekse ahlaki standartların oluşmasını tetikleyen ve insanın yaratılışından gelen, kendinden başka insanları, kültürleri, inanış biçimlerini tanıma ve hiç ait olmadığı kültürlerle tanışma ve yardımlaşma isteğinin altında yatan sosyo-psikolojik unsurlardan bir tanesi insanın toplumsal bir varlık olmasındandır.
“Hiç tanımadığı insanları, inançlarını ve kültürlerini anlayamasa da kendisiyle eşit yaşama hakkına sahip olarak görebilme” eğiliminde yaşamayı özellikle bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak, bu toprakların tarihine bir borcumuz olduğu düşüncesindeyiz.
Dindar insanlar açısından baktığımızda “diyalog” ne ifade etmektedir? İnsanlar “Yaratıcıya ve insanlara” ihtiyaç duyarlar. Dindar olmayan insanlar açısından baktığımızda, insanlar birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Yani insanın yaratılışından gelen [ve onu diğer yaratılmış canlılardan ayıran] bir özelliği de çevresine ve çevreyi paylaşan canlı cansız bütün varlıklara duyarsız kalmama özelliğidir. Sosyal bir varlık olarak insan, kendisini yaşadığı toplumdan ve çevreden soyutlayamaz ya da diğer insanlardan kendisini tecrit ederek yaşaması mümkün değildir. Çünkü yaratılışımızdan gelen insani özelliklerimiz toplumsal katılım ve paylaşımdan pay almayı, topluma kendinden olan bir şeyler katmayı bir bereket olarak, bir sevinç ve içsel doyum olarak algılar. Katılımcı ve çoğulcu bir toplum hayatı, insanların kendi kültürlerinden, inanç ve yaşayış biçimlerinden korku ya da utanma hissetmeksizin yaşama ve bunları ifade edebilme ile mümkündür.
O halde “diyalog” sadece akademisyenlerin bir araya gelip konuşmasından, farklı inançların benzer ve zıt yönlerini konuşmaktan farklı bir şeydir
Diğer yandan “diyalog” bir tarafın diğer taraf üzerinde etkin ya da baskın olma anlayışına karşı olmalıdır. O halde bir tarafın diğer tarafa “kim” olduğunu söylemesinden öte, bir tarafın diğer tarafın “kim” olduğunu onun ağzından öğrenip tanımak olmalıdır. Çünkü “diyalog” tarafların kimin haklı ya da kimin doğru olduğunun kanıtlamaya çalışılması amacına değil, tarafların bütün farklılıklarıyla birbirlerini tanıyıp onları anlama çabasına hizmet eder; bu da hem insan, hem inanç, hem kütür olarak farklılıkların “var olması” gerçeğini kabullenmemizi gerektirir.
İnsanlar farklı dinleri, ırkları ve kültürleri rakip gördüğü veya düşman gördüğü sürece ülkeler arasında, dolayısıyla dünya üzerinde barış olması söz konusu değildir. “Her farklı inanç ve kültürün sağlıklı bir biçimde büyümesi, gelişmesi ve kendisini sonraki kuşaklara bırakma konusunda güvenlik içinde olması” söz konusu olmadan bu dünya üzerinde kalıcı bir barışın tesis edilmesi de söz konusu olmayacaktır.
“Uygar toplum olma” tanımı için çok farklı şeyler söylenebilir; ancak bu kapsamlı tanımı oluşturan öğelerden bir tanesi de tarafların birbirinden dinleme, birbirinden öğrenme pratiğini başarmış olmalarıdır.
MİSYON VE DİYALOG KARAKTERİMİZ
Farklı inanç ve kültürlerin diyalog çerçevesinde konuşulması farklı bir şey, “bütün farklılıkların tek bir gerçek olduğu” yönünde bir mesaj verilmesi farklı bir şeydir.
Farklı inanç mensuplarının bir araya gelip birbirlerinde olan benzer yönleri sergilemeye çalışmaları “her din aynıdır” görüntüsü vermek olur. Bu da bir çok şeyden toplayarak “yeni bir din icat etmek” olur. Çünkü benzer ve ortak yönlerimizin ön plana çıkarılması her ne kadar tarafların birlerine olan sevgilerini ortaya çıkarsa da, topluma verdiği mesajın içeriği “farklılıkları yok sayılmış bir birliktelik” olacaktır. Ancak farklılıklar karşılıklı tanınıp anlaşılmadıkça “diyalog” adına verilen girişimler topluma kalıcı ve yapıcı şeyler veremezler.
Bu anlamda farklı dinlerin bir arada dua etmesini Presbiteryen Kilisesi olarak savunamayız -bu, yeni bir din meydana getirmek olur. Diğer yandan böyle bir girişim her farklı inanç sahiplerinin kendi inançlarını olduğu gibi tanımalarını da engeller. Bu da “her din aynıdır” görüşünü benimsetmeye çalışmak olur. Ancak kitaplar yan yana konulduğunda her din aynı değildir.
Diyalog ve Misyon anlayışımız, soranlara ve isteyenlere bilgi götürme amacına hizmet eder -zorla bir şey anlatma çabamız yoktur. Ancak soran ve araştıran herkesin “bize göre tek gerçek” olan inancımızın gerçeğini görmesi ümidi içinde olduğumuzu saklamanın da doğru olmayacağını düşünmekteyiz.
Misyon karakterimizde olan şey, bu ülkede veya dünya üzerinde, kiliselerle, [Hristiyan] mezheplerle, [Hristiyan] organizasyonlarla eşit platformda, “ast-üst ilişkisi” tarzında bir ilişkisi doğmasına izin vermeksizin zamana, ihtiyaçlara göre birlikte çalışma ve/veya fikir alışverişi içinde olmaktır.
Bu arada bütün kiliselere ve mezheplere eşit mesafede olmayı bağımsız bir Mezhep olmamızın devamı için de gerekli görmekteyiz -her kilise ve [Hristiyan] mezhep ve [Hristiyan] organizasyon ile görüşebiliriz, fikir alışıverişinde ya da işbirliği içinde olabiliriz, ama her kilise ile her organizasyon ile her zaman aynı şeyi sürdürmeyebiliriz.
Diyalog Karakterimizde olan şey ise farklı inançların temsilcileri ile zaman zaman görüşmemiz söz konusu olsa bile, görüşmelerimizin şahsi düzeyde kalmasına gayret eder, mümkünse basın ve medya önünde farklı inançlarla birlikte bir arada görünmekten ve/veya farklı inançların temsilcileri, mezhep ve organizasyonları ile halk önünde herhangi bir işbirliği içinde olmaktan kaçınırız, -“hepimiz aynıyız, her din aynıdır” şeklinde anlaşılacak bir görüntü vermekten kaçınmaya çalışırız.
Bir dini inanca mensup dindar insanların diğer bir dini inanca mensup kişilerle ve aynı zamanda hiç inanmayan kişilerle diyaloğunu gerekli görmekle birlikte dinlerin diyaloğunu savunmuyoruz.
Özetle, Kurumsal olmayan ilişkilere daha fazla açık olaraktan, aynı toprağı, aynı bayrağı, aynı istiklal marşını paylaşan halklar olarak, çoğulcu bir toplumda yaşamanın gereği olarak, farklı inanç sahipleriyle aile, ekonomi, politika, eğitim, medya, sanat v.b. konularda -birbirimizden öğreneceğimiz şeyler olduğuna inanarak- konuşabiliriz. Çünkü “diyalog” sadece dini inançları konuşmak için bir araya gelmenin adı değildir -herkesin kendi dinini bir akademisyen düzeyde iyi bilmediği bir ortamda din dışı konulardan bahsedildiğinde aslında dini farklılıklarımız dışında pek çok ortak kaygı ve ortak çıkarlarımız olduğu daha belirgin olarak görünür olur; böylece farlılıklarımıza rağmen öncelikle Türkiye’de yaşayan vatandaşlar olarak pek çok ortak ve güçlü yönlerimiz olduğu hatırlamamız ve/veya yeniden keşfetmemiz gerektiğine inanmaktayız.
Bu anlamda salonda değil sokakta olan diyaloğa -iyi komşuluk ilişkilerine- önem veririz. Farklılıklarımıza rağmen kederde ve sevinçte ortak pek çok yönümüzü keşfetmeye, “insanı, Tanrı’ya olan sevgimizin gereği” olarak her şeyden önce “insan” olduğu için ayırt etmeksizin, herkesi sevmeye borçlu olduğumuza inanırız.
Futbol takımı tutar gibi mezhep tutmanın birbirini “karşı taraf” olarak görmeyi getireceği gerçeği karşında, bunun toplumsal barışa da, toplumsal kalkınmaya da engel olduğu kanaatindeyiz. Kişilerin salonlarda ne söylediği ile değil, dünyada nasıl yaşadığı ile daha fazla ilgiliyiz; çünkü bireysel ahlak ile daha fazla ilgiliyiz.
Deist bir Tanrı inancını taşımadığımız için inanan ile inanmayanın yalnızca ibadethanede değil, yolda, otobüste, sanatta, ticarette, komşuluk ilişkisinde, kısaca dünyadaki yaşamın her alanında farklı olması gerektiğine inanmaktayız.
Aynı havayı soluduğumuz pek çok farklı kültür ve inanç sahibi kimselerle beşeri ilişkiler içinde olmayı reddetmek, diğerlerini daha tanıyıp anlamadan yargılamak, diğerinden bilgisiz kalmak ve bu yüzden de ön yargı sahibi olmak anlamına gelecektir. Bu da içinde yaşadığımız dünyada yabancısı olmadığımız “Tanrı adına, (Tanrı için) zulüm etme” ya da bu amaçla kan dökme gibi ülkeler ve halklar arasında bölünmeler yaratan, “onlar ve biz” ayrımını derinleştiren yaklaşımları getirecektir. Böyle bir tutum da birlikte yaşamayı sıkıntı haline dönüştürecek, çıkarcı ilişkilerin yayılmasına zemin hazırlayacaktır -oysa sosyal hayat her kültürün eşit ve katılımcı bir şekilde pay almasıyla daha güzel olacaktır.
Hayat bir boks maçı kadar kısadır -farklılıkları temsil eden tarafların bu şekilde karşı karşıya geçireceği zaman ise bir kayıptır -farklılıklarımıza rağmen yan yana olabilmeyi başarmaya çalışmaksa bir erdemdir.
IV. Yüzyıldan önce oluşmuş bir liturjide kilisenin aracılık [intercession] dualarında şöyle diyor:
- düşmanlarımız ve bizlerden nefret edenler için dua edelim...
- Rab onların kızgınlığını söndürsün, gazabını yatıştırsın diye Rabbin adından dolayı bizlere işkence edenler için dua edelim...
- Rab onları kendine döndürsün; hiç bir şeyi olmayanlar ve yol arayanlar için dua edelim...
- Rab bizleri lütfuyla sona saklasın, Rab bizleri korusun ve kötü olandan kurtarsın; birbirimiz için dua edelim...
Altın ağızlı Yuhanna’nın (İ.S. 344-407) kilisenin ayin liturjisindeki aracılık dualarında şöyle diyor:
-Bu ülkenin mevsimleri, toprağının ürünleri, ülkemizin tüm üretimi için dua edelim.
Krie Eleison, Krie Eleison, Krie Eleison
-Tüm acı çekenler, gurbette olanlar, hastanede, hapishane ve askerde olanlar, açlar, kimsesizler ve yoksullar için dua edelim.
Krie Eleison... (ya Rab, merhamet eyle)
Hristiyan olarak inandığımız Kutsal Kitap şöyle öğretiyor:[2]
Çıkış 22:28 "Tanrı'ya sövmeyeceksiniz. Halkınızın önderine lanet etmeyeceksiniz
Vaiz 10: 20 İçinden bile krala sövme,
Yatak odanda zengine lanet etme,
I.Timoteyus 2:1-2 Her şeyden önce şunu öğütlerim: Tanrı yoluna tam bir bağlılık ve ağırbaşlılık içinde sakin ve huzurlu bir yaşam sürelim diye, krallar ve tüm üst yöneticiler dahil, bütün insanlar için dilekler sunulsun, dualar, niyazlar ve şükürler edilsin. 3 Böyle yapmak iyidir ve Kurtarıcımız Tanrı'yı hoşnut eder.
[1] Türkiye’de pek çok insan kendisini “İslam” ya da “Müslüman” tanımlar. Ancak Hristiyan kişiler olarak bu insanların yaşamlarına, başka inançlara olan tutumlarına, sözlerine ve davranışlarına bakarak “İslam budur” dememiz aynı şekilde doğru bir yaklaşım olmaz -bu durumda Kaddafi, Humeyni, Saddam gibi askeri-politik kişiliklere bakarak “Müslümanlar böyle yapar” dememiz de doğru olmayacaktır.
[2] I.Samuel 24:6, Elçilerin İşleri 23:5, Romalılar 13:1, Yahuda 8