VAAZ/KELAM ÇALIŞMASI TASLAĞI

Galatyalılar Mektubu Üzerine Bir İnceleme

 

Müjde eşsizdir:

I. (1:1-5)

II. (1:6-10)

III. (1:11-2:21) a. (1:11-17) b. (1:18-2:10) c. (2:11-21)

 

Müjde üstündür:

IV. (3:1-4:31) a. (3:1-5) b. (3:6-4:11) c. (4:12-20) d. (4:21-31)

 

Müjde özgürlüktür:

V. (5:1-6:10) a. (5:1-15) b. (5:16-6:6) c. (6:7-10) VI. (6:11-18)

 

Kısaltmalar:

BİA: Belçika İnanç Açıklaması

Hİ: Heildelberg İlmihali

WİA.: Westminster İnanç Açıklaması

WKİ: Westminster Kısa İlmihal

WUİ: Westminster Uzun İlmihal

 

İlave Açıklama-I: dünyanın temel ilkeleri

Hristiyanlar olarak bizler Kutsal Ruh'la Mesih’e aşılanmış, Tanrı'nın Mesih İsa'da sunduğu lütfa paydaş olmuş kimseleriz. Ancak bizler Mesih'sizken yaşam felsefesi ya da dünya görüşü olarak inandığımız ve izlediğimiz kurallar, gelenekler çeşitli batıl inançlar, ve bunlara bağlı olarak özel ya da kutsal saydığımız günler, özel ya da kutsal saydığımız varlıklar veya nesneler hayatımızın bir çok alanını etkiliyordu. Bu dünyasal ilkelere bağlı olarak günleri ya da durumları anma ve kutlama inanışlarımız, bunlarla bağlı olarak ortaya çıkan alışkanlıklarımız vardı.

 

Yahudiler de kuşkusuz kendi inanışlarından yola çıkarak bu dünyayı yorumladılar. Kendilerinin inanışına bağlı olarak geliştirdikleri gelenek ve alışkanlıklarla birlikte yaşadılar.

 

Diğer yandan yaratılış itibariyle her insanin tabi olduğu doğa kanunları ve olaylarına bakışın, toplumun genel inanış düzeyi ve kültürü ile birlikte anlaşılıp yorumlandığını gözlemleyebiliriz.

 

Yahudi olmayanlar için de inandıkları putlar ve gerçek olmayan tanrılarının etkisinde kalarak kurallar, gelenekler ve alışkanlıklar söz konusu idi. Onlar insan yaşamını düzenleyen ve etkileyen doğal kuralları insan yapımı olan inançlarıyla birlikte anlamaya çalıştılar.

 

Bu durumda bir zamanlar Mesih’siz kişiler olarak takipçisi olduğumuz şeylerin esiri olduk. Çünkü Tanrı'nın lüftunu aramadan ya da Tanrı'nın lüftuna dayanmayan bir şekilde yaşamakla, kendi yaşamımızı düşmüş dünyaya bakarak ve düşmüş insanın ürettiği düşüncelere dayanarak düzenlemeye çalışmış olduk. Bunlar lütfa dayanmadığı için de bizleri tutsak eden dünyasal ilkeler oldular.

 

Örneğin, Yahudiler açısından baktığımızda, Tanrı’nın bir emri olarak Şabat Günü dikkatle ve titizlikle üzerinde durulması gereken bir uygulama olduğunu anlayabiliriz. Ancak zaman içinde insanın katı kuralcılığı yüzünden “Şabat Günü” Tanrı’nın amacından uzaklaşmış bir uygulama oldu. Kutsal Yazılar’ın tamamına bir bütünlük içinde bakmayan ve lütfa dayanmayan bir anlayışlaŞabat Günü merhametin ihmal edildiği ve insanın tutsak edildiği bir kurallar bütününe dönüştü. İnsanlar “Şabat Günü” deyince Tanrı’ya bakarak, Kutsal Yazılar’a vakit ayırarak, dünyasal işlerinden dinlenerek, yaratılıştan zevk alarak yaşamak yerine “yapılması gerekenler, yapılmaması gerekenler” şeklinde kurallara odaklandılar; ve böylece Tanrı’nın yüreğindeki, insan için arzu ettiği ‘kutsal dinlenme’yi ihmal etmiş oldular.

 

Benzer şekilde ulusların da güneş, yağmur, verimlilik, hasat, kıtlık ve birçok konuda uygulama, alışkanlık ve gelenekleri vardı. Ve bu uygulamalar onlar için dünyanın temel ilkleri idi. Örnek olarak, cinselliğin her türlüsünün tapınaklarda yaşanması yoluyla tanrıların hoşnutluğunu aradılar. Onlar böyle bir hoşnutlukla yerin daha bereketli olacağını, tanrılarının kızgınlığının bu şekilde uzaklaşacağını düşündüler. Bu durum onların “düşüncelerinde budalalığa düşmesine, anlayışsız yüreklerini karanlık bürümesine, bedenlerini aşağılamalarına, yüreklerinin tutkuları içinde ahlaksızlığa teslim olmalarına“ yani gerçek Tanrı’dan daha da uzaklaşmalarına sebep oldu (Romalılar 1:21, 24; 1:18-32).

 

Koloseliler 2:8 Dikkatli olun! Mesih'e değil de, insanların geleneğine, dünyanın temel ilkelerine dayanan felsefeyle, boş ve aldatıcı sözlerle kimse sizi tutsak etmesin.

Efesliler 6:12 Çünkü savaşımız insanlara karşı değil, yönetimlere, hükümranlıklara, bu karanlık dünyanın güçlerine, kötülüğün göksel yerlerdeki ruhsal ordularına karşıdır.

 

Böylece dünyanın temel ilkeleri “Mesih’te” anlamlandırılmadıkça, bunlar insanın tutsak olduğu şeyler olarak karşımıza çıkmaktadır. Mesih’siz insan da bu tutsaklıkta kendisini insanlara karşı savaşır bir durumda bulacaktır.

 

Bu durumda lütfu göz ardı eden bir anlayışın 2:4 ayetinde bahsedildiği üzere “inananların İsa Mesih'te sahip olduğu özgürlüğü el altından öğrenmek ve böylece inananları köleleştirmek için hem açıktan hem de gizlice kiliseye sızan sahte kardeşler” başta Pavlus’a ve dolayısı ile kiliseye ve dolayısı ile Tanrı’ya karşı savaşır bir durumda olmaları daha da açıklığa kavuşmaktadır. 

 

Ancak “Müjde Gerçeği” açısından insanın vermesi gereken savaş “insanlara karşı değil, yönetimlere, hükümranlıklara, bu karanlık dünyanın güçlerine, kötülüğün göksel yerlerdeki ruhsal ordularına karşı” olmalıydı.

 

Galatyalılar 2:20 Mesih'le birlikte çarmıha gerildim. Artık ben yaşamıyorum, Mesih bende yaşıyor. Şimdi bedende sürdürdüğüm yaşamı, beni seven ve benim için kendini feda eden Tanrı Oğlu'na imanla sürdürüyorum.

 

Böylece dünyanın temel ilkeleri insanın “Mesih'le birlikte çarmıha gerilmiş” yani Mesih’le birleşmiş bir şekilde bakması gereken bir konudur.[1]

 

Müjde tektir, bu yüzden dünya görüşümüz Müjde ile sorgulanmalı ve yaşamlarımız elçilerin bildirdiği bu Müjde’ye göre düzenlenip şekillenmelidir.

 

İlave Açıklama-II: dünyanın temel ilkeleri

Dünyanın temel ilkeleri bazen net bir şekilde izah edilecek şeyler olarak görülemeyebilir. Ancak “Müjde Gerçeği” ile aydınlandıkça Müjde’nin öğretmediği ya da savunmadığı bu şeylerin yaşamın içine nasıl girmiş olduğunu görebiliriz.

 

“İyilik yapmak, yardımsever olmak, merhamet göstermek, alçakgönüllü hizmet” gibi konular genelde bütün dünya kültürlerinde öğretilen ve teşvik edilen şeylerdir.

 

Mesih’in havarilerin ayaklarını yıkadığı o zamanı hatırlarsak, Petrus önce "Benim ayaklarımı asla yıkamayacaksın!" diyerek karşı çıkmıştı (Yuhanna 13:4-8). Petrus hayatında ilk defa mı yetişkin birinin bir diğer yetişkinin ayaklarını yıkadığını görüyordu? Hayır. O kültürde misafirlerin ayaklarını yıkamak olağan bir uygulamaydı. Ancak Petrus’un karşı çıktığı şey “bir lider asla ayak yıkamaz” düşüncesinden kaynaklanıyordu.

 

Diğer yandan dönemin şartlarına baktığımızda çok kısa bir mesafede yürümek bile insanların ayaklarının toz veya çamura bulanmasına yeterliydi. Ve bir eve girince evdekilerin ayaklarını birisinin yıkaması olağan bir uygulamaydı.

 

Bunu çok iyi bildikleri halde neden hiç kimse önce davranıp bu yaygın uygulamayı kendisi yapmaya çalışmadı? Çünkü onların kafasında olan şey “Mesih ile dolaşan özel seçilmiş kimseler; Mesih tarafından havariler olarak seçilmiş kimseler” olduklarıydı. Bu ne demektir? Onların her biri “büyük” olma iddiasındaydı (Matta 20:21, Markos 9:34). Ancak Tanrı’nın egemenliğinde büyüklük alçakgönüllülükle ve hizmet etmekle belirleniyordu. Sadece dünyasal ilkelere göre “büyük” olmak bu denli gururlu olmayı gerektiriyordu.

 

Böylece Petrus’un davranışının arkasında yatan düşünce şu idi: “hiç, bir önder bu kadar alçakgönüllü olur mu; hiç büyük biri bu kadar hizmetkar olur mu?”

 

Petrus ‘kendisine göre büyük olmanın’ başkalarınca kendisine hizmet edilmesini gerektirdiğini düşünmekteydi; ancak Tanrı’nın krallığında “en küçük kim ise, en büyük odur” prensibi geçerliydi; Tanrı’nın krallığında “birinci olmak isteyen, ötekilerin kulu olsun” prensibi esastı. Çünkü “Mesih, hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye gelmişti” ve Mesih’i izleyenlerin dünyada bakacağı ve izleyeceği örnek de buydu.

 

Dünyanın temel ilklerine göre sadece bir akılsız kişi, bir kraldan kendi ayaklarını yıkamasını isteyebilir ya da bekleyebilirdi. Ancak “Müjde Gerçeği” bize Mesih’in günahsızlığını hatırlattığı zaman, O’nun peygamberden, kahinden ve kraldan üstün olduğunu görüyoruz. Bu durumda Mesih’in düşmüş bir insana olan ilgisi Tanrı’nın lütfunun yüceliğini görmemiz için önemli bir gerçektir.

 

Böylece dünyanın temel ilkleri ile Müjde Gerçeği arasında bir ayırt edilebilir bir fark olduğunu; Tanrı’nın Mesih’teki lütufkar Müjdesi’ne yaklaşmakla kendimizi “değersiz, etkisiz ilkelerin” tutsaklığından (4:9) koruyabileceğimizi daha iyi anlıyoruz.

 

Müjde tektir, bu yüzden dünya görüşümüz Müjde ile sorgulanmalı ve yaşamlarımız elçilerin bildirdiği bu Müjde’ye göre düzenlenip şekillenmelidir.

 

İlave Açıklama-III: dünyanın temel ilkeleri

1-) Geleneksel olarak Yahudiler Samiriyeli’leri sevmezlerdi. Samiriyeliler nasıl bir halktı; gerçekte onlar kimdi? Samiriyeliler Yahudi oymaklarının uluslara karışması sonucu doğmuş bir halktı. Onlar Musa’nın kitapları ve Yeşu olmak üzere sadece altı kitap kabul ediyor; diğer Kutsal Yazılar’ı kabul etmiyorlardı. Kutsal Kitap’ın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak aslında Kutsal Kitap’a inanmamak anlamına gelmekteydi; ve bu iyi bir şey değildi.

 

Filipililer 3:5 Sekiz günlükken sünnet oldum. İsrail soyundan, Benyamin oymağından, özbeöz İbrani'yim. Kutsal Yasa'ya bağlılık derseniz, Ferisi'ydim.

Pavlus’un burada anlattığı özelliklerine bakınca bunların kötü değil, “iyi” olduğunu görebiliriz. Benyamin oymağı diğer oymaklara göre daha sadık bir yol izlemiş, sürgündeyken ve sürgünden sonra diğer uluslara karışmaktan kaçınmıştı. Yeruşalim Benyamin oymağı toprakları içindeydi. Benyamin oymağı diğer oymaklara göre Yasa’ya bağlılık konusunda kendisini koruyabilmiş ve farklı inançlara karışmaktan kaçınmıştı. Böyle bir kültürden olmak açıktır ki, “iyi” bir şeydi.

 

Diğer yandan Yasa’da yazılı olana göre çocuk yetiştiren bir ailede büyümüş olmak da “iyi” bir şeydi. Kutsal Yasa'ya bağlılık konusunda gayretli olmak da “iyi” bir şeydi; Yasa’yı en üst düzeyde çalışıp öğrenmek ve bunu başkalarına da öğretebilir yeterlilikte olmak da (Ferisi) “iyi” bir şeydi.

 

Ancak bu gibi ya da benzer nitelikler bazen kişiler için bir övünme, bir gurur ve üstünlük sebebi olabiliyor; ve bu iyi bir şey değildir. Benzer şekilde Pavlus’un yaşadığı çağda bu özellikler Yahudi toplumu için bir toplumsal statü ya da toplumsal prestij sebebi olmuşlardı. Aslına bakarsanız yaşadığınız toplumda “saygın bir din adamı” statüsünde olabilmek de güzel bir şeydir.

 

Pavlus sahip olduğu bu ayrıcalığın kendisine verdiği gurur ile kendi standartlarını neredeyse Tanrı’nın standartlarına çıkartma hatasına düştü. Böylece kendisini Tanrı adına insanları yargılar bir konumda buldu. Pavlus’un kendi aile ve kültür özellikleri yanında “iyi” olarak tanımladığımız eğitiminin onu böyle bir noktaya düşürmüş olması ne kadar acıydı.

 

Bu duruma ne sebep oldu sizce? Çünkü “dünyanın temel ilkeleri” uyarınca, içinde yaşanılan toplumun kendisi böyle “iyi” özellikleri olan kişilere bu türden bir beklenti içinde yaklaşıyor. Toplumun böyle “üstün” özellikleri olan kişilere bakarkenki beklentisi bazen kişiyi ansızın böyle bir konuma sürükleyebiliyor ya da kişinin düşünmediği bir durumun içine düşmesine sebep oluyor.

 

Böylece Pavlus “dünyanın temel ilkeleri” uyarınca bakmaya başlayınca; aldığı Yasa eğitiminin “öldürmeyeceksin” diyen emrini göremedi ve hemen unuttu:

Elçilerin İşleri 7:58 Onu kentten dışarı atıp taşa tuttular. İstefanos'a karşı tanıklık etmiş olanlar, kaftanlarını Saul adlı bir gencin ayaklarının dibine bıraktılar.

 

Ancak Pavlus Mesih’e iman ettikten sonra “dünyanın temel ilkeleri” uyarınca “iyi, üstün, ayrıcalıklı” olarak görülen kendindeki bu özelliklerine bakarak şunları söyledi:

Filipililer 3:4 Ben aslında bunlara da güvenebilirdim. Eğer başka biri bunlara güvenebileceğini sanıyorsa, ben daha çok güvenebilirim.

6 Gayret derseniz, kiliseye zulmeden biriydim. Yasa'ya dayanan doğruluk derseniz, kusursuzdum.

7 Ama benim için kazanç olan her şeyi Mesih uğruna zarar saydım.

8-9 Dahası var, uğruna her şeyi yitirdiğim Rabbim İsa Mesih'i tanımanın üstün değeri yanında her şeyi zarar sayıyorum, süprüntü sayıyorum. Öyle ki, Mesih'i kazanayım ve Kutsal Yasa'ya dayanan kişisel doğruluğa değil, Mesih'e iman etmekle kazanılan, iman sonucu Tanrı'dan gelen doğruluğa sahip olarak Mesih'te bulunayım.

 

Pavlus kendisinde olan bu iyi özelliklere “dünyanın temel ilkeleri” uyarınca bakınca “yaşadığı suçlardan ve günahlardan ötürü ölü” olduğunu göremedi; “söz dinlemeyen insanlarda şimdi etkin olan ruha uymakta” olduğunu anlamadı (Efesliler 2:1-2).

 

Böylece Pavlus bütün bu “iyi” özelliklerine rağmen “benliğin ve aklın isteklerini yerine getirerek, benliğin tutkularına göre yaşayan ötekiler gibi” yani “gazap çocukları” gibi yaşamış oldu (Efesliler 2:3).

 

Böylece Pavlus gibi dindar bir kültür içinde büyümüş kimselerin, inancını olabilecek en üst seviyede araştırmış ve öğrenmiş kimselerin İstefan’ın öldürülmesi olayı gibi, kiliseye her seviyede zulmeden bir anlayışı benimsemelerini bazen şaşırarak karşılıyorsak da; bunları “dünyanın temel ilkeleri” ile açıklayabiliyoruz.

 

Görüldüğü üzere Pavlus gibi iyi donanımlı biri bile, bütün iyi yetişme tarzı ve eğitimine rağmen “bu çağın gidişine uyma“ hatasına düşünce kendisini “diri, kutsal, Tanrı'yı hoşnut eden bir kurban olarak sunmaktan” alıkoyma hatasına düştü (Romalılar 12:1-2).

 

Öyleyse bizler “dünyanın temel ilkeleri” konusunda daha dikkatli olmalıyız.

 

2-) Hristiyanlık, Kutsal Kitap, kilise, Tanrı, Kutsal Üçlük gibi konularda çoğunlukla hiç bir araştırma yapmamış kişilerin kafalarındaki “Hritiyanlık” öğretisini nasıl ve nereden almış olduklarını hiç düşündünüz mü?

 

Kutsal Kitap okumamış insanların Kutsal Kitap’ı bilirmiş gibi konuşmalarının arkasında olan şey sizce nedir? Kutsal Kitap ve Hristiyan inancına ait kaynakları arşatırmamış kimselerin, Kutsal Kitap’ın öğretmediği bir Hristiyanlık bilgisine sahip olmalarını nasıl açıklarsınız?

 

İnsanlar Hristiyanlık hakkında Hristiyan bir kişiden öğrenmeden, bilimsel bir şekilde araştırmaksızın bu konuda kendilerini bilgili kabul etmeleri; öncelikle “ben zaten Hrsitiyanlığı biliyorum” yaklaşımını doğurmaktadır. Bu durum ise insanların Müjde’yi okumaları ve araştırmaları önünde bir engel teşkil etmektedir.

 

Bu durumda yanlış fikirler de zaman içinde Müjde’ye karşıt olan şeylerin bir dünya görüşü olarak yerleşmesine sebep olmaktadır. Cehalet kadar önyargı da benzer şartlardan dolayı Müjde karşıtlığını desteklemekte; cehalet ve önyargının eseri olan düşünceler toplumsal bir kanaat olarak yerleşmektedir.

 

Müjde tektir, bu yüzden dünya görüşümüz Müjde ile sorgulanmalı ve yaşamlarımız elçilerin bildirdiği bu Müjde’ye göre düzenlenip şekillenmelidir.

 



[1] “Dünyanın Temel İlkeleri” konusunda Koloseliler 2:20-23 ayetleri ve Galatyalılar 4:8-11 ayetlerini göz önüne alınız: Koloseliler 2:20-21 Mesih'le birlikte ölüp dünyanın temel ilkelerinden kurtulduğunuza göre, niçin dünyada yaşayanlar gibi, "Şunu elleme", "Bunu tatma", "Şuna dokunma" gibi kurallara uyuyorsunuz? 22 Bu kuralların hepsi, kullanıldıkça yok olacak nesnelerle ilgilidir; insanların buyruklarına, öğretilerine dayanır. 23 Kuşkusuz bu kuralların gönüllü tapınma, sözde alçakgönüllülük, bedene eziyet açısından bilgece bir görünüşü vardır; ama benliğin tutkularını denetlemekte hiçbir yararları yoktur.