Hristiyanlıkta

ONDALIK, SUNU VE SADAKA

 

 

“Dünyasal zenginlik ve mal konusunda Kutsal Kitap’a göre edinmemiz gereken yüreğin ne olduğu ve Hristiyanlıkta Ondalık-Sunu-Sadaka hakkında bir araştırma”

 

KONU:

1-) “Ondalık-Sunu-Sadaka” hakkında “çoğu insan neden maddi kurbanlar ver[e]miyor?” sorusundan yola çıkarak; bunların ne olduğu, neden verildiği konusunu açıklığa kavuşturmak; ve böylece bu kurbanların ne olduğunu anlatmaya ya da Kutsal Kitap’ta olduğunun ispatına kalkmadan; 'Verme' konusunda değişmesi gereken yürek tutumu” hakkında Kutsal Kitap’ın, Hristiyanlara kazandırmak istediği yürek tutumu ve berekti doğru anlamak.

 

2-) “Hristiaynlıkta Ondalık-Sunu-Sadaka” konusuna bakarak, bu konddaki ilgisizliği, isteksizliği, kararsızlığı, bilgisizliği ve/veya umursamazlığı ortaya çıkarmak.

 

 

 

IV./ Maddi Kurbanlara Bakış

 

 

Vaiz 5:18 Gördüm ki, iyi ve güzel olan şu: Tanrı'nın insa­na verdiği birkaç günlük ömür boyunca yemek, içmek, güneşin altında harcadığı emekten zevk almak. Çünkü insanın payına düşen budur.

19 Üstelik Tanrı bir insana mal mülk veriyor, onu yeme­si, ödülünü alması, yaptığı işten mutluluk duyması için ona güç veriyorsa, bu bir Tanrı armağanıdır.

 

İnsana yiyecek ve içecek olan her şey Tanrı’nın yaratılışından gelmektedir (Tekvin 1:11-13). Böylece soframıza gelen her şeyi Tanrı’nın insana verdiği bir bereket olarak görürüz. Sahip olduğumuz her şeyi; yani beden, akıl, güç, zaman, yaratılıcılık yanında iş ve kazancın da Tanrı’nın sağlayışı ile bize verilen bir armağan olduğunu düşünerek yaşarsak; geçici olan bu yaşamda bize verilmiş (sahip olduğumuz) şeyler bir esenlik, bir sevinç ve doygunluk vesilesi olarak Tanrı’ya şükrettiğimiz araçlar olurlar. Ve bunları paylaştığımız zaman ise diğer kim­selerin de bereketlenmesine aracılık ederler. Bir başka şekilde söylersek böyle bir “VERME” ile Tanrı’nın bizi nasıl bereket­lemiş olduğunu hem dünyaya ilan etmiş; hem bu bereketle başkalarını bereketlemiş ve hem de bu yolla Tanrımız RAB’be şükranlarımızı sunmuş oluruz.

 

Şimdi I. bölümdeki Luka 12:16-21 ayetlerini tekrar hatırlar­sak; bu zengin adam yemek, içmek ve yaşamdan zevk almak düşüncesindeydi. Ancak onun bu düşüncesi gerçekleşmedi (Luka 12:20-21). Çünkü onun yaşamı maddiyat ve zenginlik [ve bunların aracılığı ile güç] üzerine kurulmuştu.

 

Vaiz 5:18-19 ayetlerindeki gibi “yemek, içmek ve dolayısı ile harcadığı emekten zevk almak” herkesin istediği bir şeydir. Ancak Kutsal Kitap bunu herkesin yerine getiremediğini gös­termektedir. Bu ayetlerdeki odak noktası “Tanrı'nın insana verdiği” ifadesindedir. ‘Yeme, içme’ konusu ‘Tanrı'nın insana verdiği birkaç günlük ömür’ ifadesinden sonra gelmektedir. Yani insan öncelikle çalışana kadar, kazanıp yemeye gelene kadar her şeyde Tanrı’nın kendisine olan sağlayışını bilme­lidir; buna şükretmelidir. Yani kişi yaşamın her adımında RAB ile yürümelidir ki, yaşamdan zevk alsın [bereketlensin]. Çün­kü her işinde RAB’be bakan kişinin yolu düzgün olacaktır:

Süleyman’ın  Meselleri 3:5

RAB'be güven bütün yüreğinle,

Kendi aklına bel bağlama.

6 Yaptığın her işte RAB'bi an,

O senin yolunu düze çıkarır.

 

Kutsal Yazı burada Rab’be güvenmekten ve yaptığımız her işte RAB’bi anmaktan bahsediyor. Öyleyse maddi kurbanla­rımız da RAB’be güvenin bir işareti olarak her işte RAB ile devam eden bir ilişki gayretimizin bir parçası olarak hayatı­mızda yer almalıdır.

 

Bu ayetlerden öğrendiğimiz şey şudur: her işinde RAB’be bakan kişi mutlu olacaktır [bereketlenecektir]…

 

Yani, ancak her işinde RAB’be bakan kişi sahip olduklarıyla doygunluk içinde yaşayabilecektir. Kişi sofrasındaki ekmeği, Tanrı’nın yaratıcı gücünü ve merhametli lütfunu hatırlayarak yiyebiliyorsa; yani şükredebiliyorsa Vaiz 5:18-19 ayetlerini yaşamış olur.

 

Şükretmek ise, Tanrı’ya sağlayışından ve bize bağışlanan­dan duyduğumuz hoşnutluğun yürekten taştığı sözler yanında; bu sözlerin yaşamımızla da onaylanmasını içerir. Tanrı’nın bize verdiği “zamanı, yemeyi ve içmeyi” şükran­la kabul etmek; aynı zamanda bize nasıl merhamet edil­mişse bizim de benzer bir merhametle “VERME” konu­sunda cömert olmamızı gerektirir. Sadece Ondalık-Sunu-Sadaka konusunda değil; ihtiyacı olanla imkânlarımızı, bilgimizi, zamanımızı, emeğimizi paylaşmak üzere cömert olmak bir şükran ve bir bereket yoludur.

 

Tanrı’ya dua ve hizmet için yaklaştığımız tapınma araçları ile yaşamlarımızı Tanrı’nın ve Kelamı’nın ışığı altına geti­ririz. Bu tapınma araçları kısaca şunlardır: [kilise] Kelam, dua, oruç, sakramentler, ondalık, sunu, sadaka, ilahi, be­reketlemeler…

 

Bu tapınma araçlarından bazıları hayatlarımızda eksik olursa Tanrı ile ilişkilerimizde de istenen düzeye ulaşma­mız söz konusu olamaz. Ruhani hayatta ilerlemek için “Ondalık-Sunu-Sadaka” bir seçenek değildir; bunlar bütün tapınma ve hizmet araçlarıyla birlikte bir gerekliliktir.

 

Tanrı’nın size ne kadar verdiğini iyi anlarsanız VERMEK konusunda da o kadar cömert olursunuz. Tanrı sizi ölüm­den yaşama getirdi; Mesih’te göksel yerlerde oturttu; son­suz yargıdan sonsuz yaşama getirdi; acının, ölümün, lane­tin olmadığı, günahın insanı ve dünyayı bozmadan önceki Aden bahçesindeki diri yaşamı Mesih’te Size Bağışladı; Tanrı Size Cömert Oldu.

 

“İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yararı olur?” diyen Matta 16:26 ayetini tekrar düşündüğümüzde “insanın kendi canına karşılık verebile­ceği bir şey” olmadığını açıkça görebiliriz; ve şükranımızı göstermek için cömert oluruz. Kazanmak için değil; kazandı­ğımız için cömert oluruz.

 

Ve daha çok kazanmak amacıyla değil; her ne kadar ka­zanmışsak kazandığımız kadar veririz; kazandığımız oran­da veririz.

 

Açgözlülük “VERME” önünde bir engel olduğu gibi; “VERME” konusunda ihmâlci ya da umursamaz ol­mak da açgözlülüğü güçlendiren bir unsurdur.

 

Tanrı’dan ve kiliseden öğrendiğimiz, gördüğümüz, duydu­ğumuz ve hatırladığımız kutsal gerçekler, bizleri dünya­nın, benliğin, şeytanın çektiği aşağılardan yukarılara çıkar­mak içindir. Böylece “VERME” konusuna bakarken ih­mâlkar ya da umursamaz kaldığımız diğer konuları da dikkatlice gözden geçirmeli ve eksikliklerimizi düzelt­meye çalışma­lıyız.

 

Çünkü bu hayat bir armağandır; bu hayat ve bu hayatın devamı için gereken her şey Tanrı’dan bir armağandır:

Vaiz 5:18 Gördüm ki, iyi ve güzel olan şu: Tanrı'nın insana verdiği birkaç günlük ömür boyunca yemek, içmek, güneşin altında harcadığı emekten zevk almak. Çünkü insanın payına düşen budur.

19 Üstelik Tanrı bir insana mal mülk veriyor, onu ye­mesi, ödülünü alması, yaptığı işten mutluluk duyması için ona güç veriyorsa, bu bir Tanrı armağanıdır.

 

Bizler “VERME” konusunda cömert işlerimizle yaratan, koruyan ve sağlayan Tanrı’ya olan hayranlığımızı ifade eder; korku, saygı ve sevgi ile şükranlarımızı O’na ve dünyaya belli ederiz. Tanrı’nın bize bağışladığı her şeyden zevk alma [bereket] yolu budur.

 

Aziz Fransua’nın şu duası aynı zamanda kendini “VER­ME” konusunda şiirsel bir vaaz gibidir:

 

Tanrım,

Her yerde huzuru ve barışı sağlamak için

bana yardım et ki,

Kinin bulunduğu yere sevgi,

hakaretin bulunduğu yere af;

Anlaşmazlığın bulunduğu yere birlik,

yanlışlığın bulunduğu yere hakikat

İmansızlığın olduğu yere iman,

ümitsizliğin olduğu yere ümit

Karanlığın olduğu yere aydınlık

kederin olduğu yere neşe getireyim.

RAB’bim lütfet!

Avutulmaktan çok avutmayı;

anlaşılmaktan çok anlamayı

Sevilmekten çok sevmeyi dileyeyim

Çünkü insan verince, alır

benliğini unutunca benliğini bulur

Affedince affedilir;

ölünce sonsuz hayata erişir. AMİN.

Bu dua Karşılıksız Verme ile yürüdüğümüz yolun sonuna dikkat çekiyor: sonsuz hayat…

 

Böylece Tanrı’nın sevgili ço­cukları olarak kendimizi bütün gizlilik ve açıklıklarıyla diri Tanrı’ya veririz; ve sonsuz haya­tımız olduğu için veririz; maddi kurbanlarımızı da Mesih’teki sonsuz hayatımızın ilanına ara­cılık etsin diye veririz; Tanrı’­ya olan sevgimizden dolayı se­vinçle veririz. Bir Hristiyan karakteri olarak her konuda Kar­şılıksız Verme ile yürürken maddi kurbanlarımızla da “Kar­şılıksız Verme” örneği olmaya çalışırız.

 

Son olarak şunu söyleyebiliriz: “Tanrı'nın insana verdiği bir­kaç günlük ömür boyunca” ödülümüzün ne olduğunu göz önüne alarak yürüdükçe Karşılıksız Verme örneği olarak yü­rümüş oluruz. Yani bereketlenmiş bir yaşam ve tanıklık ile devam etmiş oluruz (Vaiz 5:18-19).

 

Ancak verirken şunu unutmayalım: En Büyük Ödül Tanrı’­dır. Ödülün kendisi her ne olursa olsun bunlar gerçek ama­cını ve anlamını Tan­rı’da bulacaktır.

 

Ödülümüze değil, Tanrı’ya bakarak maddi kurbanlar verme­liyiz.

 

 

“Vermek, almaktan daha büyük mutluluktur” diyen Tanrı Sözü’nün yaşamlarınıza sevinçli bir bereket olmasını dilerim.