Richard Wurmbrand

Romanya

1945

 

Komünizmin Romanya'da yükselmeye başladığı yıllardı. Devlet bütün din adamlarını meclis binasında bir toplantıya davet etti. 4000'den fazla kişi katıldı. Konuşmalar başlayınca her şey kötüye gitti. Episkoposlar ve vaizler kalkıp Hristiyanlıkla komünizmin aynı şey olduğunu savunmaya başladılar. Durum, İsa Mesih'in yüzüne tükürülüyormuş gibiydi ve bu olay radyoda da yayınlanıyordu.

 

Sabrina Wurmbrand daha fazla buna dayanamadı. Kocasının kulağına fısıldayarak, ''Richard, kalk ve Mesih'in yüzüne vurulan bu aşağılanmayı sil.'' dedi.

Richard nelerin olacağını biliyordu: ''Konuşursam kocanı kaybedersin.''

Sabrina karşılık verdi, ''Bir korkağı bir koca olarak istemiyorum.''

 

Pastör Wurmrand sahneye geçti ve, ''Vekiller, bizim görevimiz gelip geçici olan dünyasal güçleri yüceltmek değil, ama Yaratıcı olan Tanrı ve bizim için haçta ölmüş olan Kurtarıcı Mesih'i yüceltmektir.'' diye başlayarak vaaz etmeye başladı.

 

Bir komünist görevli ayağa kalktı; bunun olmasına izin veremezdi; o anda bütün dünya bunu dinliyordu.

''Konuşma hakkın elinden alınmıştır.'' diye bağırdı; ama Wurmbrand onu duymazdan geldi. O konuştukça ortamın havası değişmeye başladı. Herkesin söylemek istediği ama söylemekten korktuğu şeyleri söylüyordu. Herkes Wurmbrand’ı alkışlamaya başladı.

 

Bir görevli, ''Mikrofonu kesin!'' diye bağırdı. Geri kalan herkes ise, ''Pastör, Pastör!'' diye tezahürat ediyorlardı. Mikrofonun kesilmesinden uzun bir süre tezahüratlar ve alkışlar devam etti ve Wurmbrand sahneden indi. Toplantı o günlük bitmişti.

 

29 Şubat 1948'de, Pastör Wurmbrand kiliseye giderken gizli küçük bir polis grubu tarafından kaçırıldı. Gerisini kendisi şöyle anlatıyor:

 

''Yerin 30 feet kadar altına (yaklaşık 9 metre) götürüldüm. Orada beni tek başıma bir hücrede tuttular. Yıllar boyunca o hücrede yalnız bırakıldım. Hiçbir zaman ne güneş, ne ay, ne yıldız, ne çiçek gördüm. Beni dövüp, bana işkence edenler dışında da insan görmedim. Ne kitabım, ne de birazcık kâğıdım vardı. Yıllar sonra tekrar yazmaya başladığımda da bir ''D'' harfinin nasıl yazıldığını bile hatırlayamadım.

 

''Duygularımı çökertebilmek için de hapishanenin tamamen sessiz olunmasına dikkat edildi. Ayak sesleri duyulmasın diye görevliler ayaklarına kumaş sararak ayakkabı giyerlerdi. ''Tek başımıza kaldığımız hücrelerde ilk bulunduğumuz zamanlar ölüm gibiydi. Geçmiş günahlarımızı tekrar yaşayıp, bizim için kendi canını veren Yüceler Yücesi'ne elimizden gelenin en iyisini yapmadığımız düşüncesi yüreklerimizi parçalardı.

 

''Bu acının en derin halini aldığı bir anda birden hücremin duvarları elmas gibi parlamaya başladı. O güne kadar gördüğüm güzel şeylerin hiçbiri bu yeraltındaki karanlık hücremde gördüklerim kadar güzel değildi. O gün duyduğum kadar güzel müzik duymadım.

 

''Kralların Kralı Mesih İsa bizimle birlikteydi. O'nun anlayışlı, sevgi dolu gözlerini gördük. Bizim gözyaşlarımızı sildi. Bize sevgi sözleri ve af sözcükleri söyledi. Biliyorduk ki, hayatımızda kötü olan ne varsa hepsi geçmişti, Tanrı tarafından unutulmuştu. Şimdi güzel günler gelmişti; “gelin damadın kolları arasındaydı –biz Mesih ile birlikteydik”.

 

''Hapishanede olduğumuzu bilmiyorduk. Bazen dövülüp işkenceye maruz kaldığımız zaman, taşlandığında zaman onu öldürenleri birer suçlu olarak görmeyen, taşları görmeyen, ama cennetin açıldığını ve Mesih’in Baba'nın sağ tarafında durduğunu gören Aziz. İstefan gibiydik. Aynı zamanda bize işkence eden komünistleri görmüyorduk; hapishanede olduğumuzu görmüyorduk. Meleklerle çevrelenmiştik; Tanrı'yla birlikteydik.

 

''Artık İncil'de yazılı olan Tanrı, Mesih ve meleklere tecrübe etmekteydik;. diyebiliriz ki, 'Size Kendi gözlerimizle gördüğümüzü, kendi kulaklarımızla işittiklerimizi, kendi parmaklarımızla dokunduğumuzu anlatıyoruz.'''

 

''Yıllarca bir hücrede tek başımıza kaldıktan sonra, hep birlikte kocaman bir hücrede toplandırılmıştık; bazen200'den 3000'e kadar mahkum olurdu. Size bütün gerçeği söylemeyeceğim, çünkü bunu duymaya dayanamazsınız. Ama şunu söyleyebilirim ki, Hristiyan mahkumlar dövülüyor; ve dört gün dört gece boyunca haça bağlanılıyorlardı. Sonra komünistler onların etrafında durarak, 'İşte Mesih'inize bakın, ne kadar güzeldir O, cennetten ne kadar güzel kokular indiriyor' diyorlardı. Sonra diğer mahkumları dışarı tekmeleyerek çıkartarak, haça gerilenlere tapmaya zorluyorlardı.

 

''Sonra beyin yıkama yönteminin getirdiği kötü zamanlar geldi. Beyin yıkamadan geçmeyenler, gerçek işkencenin ne olduğunu asla bilemezler. Sabah saat beşten, akşam saat ona kadar, on yedi saat, mükemmel bir şekilde dik durmamız gerekiyordu. Kafamızı dinlendirmemize veya bir yere yaslamamıza izin verilmiyordu. Gözlerimizi kapamak suçtu. Günde 17 saat bunu dinlemek zorundaydık: 'Komünizm güzeldir, Komünizm güzeldir, Komünizm güzeldir. Hristiyanlık salaktır, Hristiyanlık salaktır,  Hristiyanlık salaktır. Kimse artık Mesih'e inanmıyor, kimse artık Mesih'e inanmıyor, kimse artık Mesih'e inanmıyor; pes et, pes et, pes et.'

 

''Nihayet en kötü zamanlar geldi. Komünistler Tanrı'ya iman edenlere ısıtılmış kırmızı ocak sürgüleriyle, sopalarla ve birçok farklı metotlarla işkence ederlerdi.

 

''Sonra bir mucize oldu. Her şey en beter halini alınca, hiç olmadığı kadar işkencelere uğramaya başladığımız zaman, bize işkence edenleri sevmeye başladık. Aynı bir çiçek gibi. Çiçeği ezdiğin zaman seni güzel kokusuyla ödüllendirir. Ne kadar alay edilmelere ve işkencelere uğrasak, bize işkence edenlere o kadar acıyor ve onları seviyorduk.''

 

Birçok kişi Wurmbrand'a, ''Sana işkence eden birisini nasıl sevebiliyorsun?'' diye sormuşlardır. O, şöyle cevaplar:

 

''İnsanlara bakarak... şimdi nasıl olduklarına değil de, nasıl olacaklarına bakarak... Bana işkence edenlere baktığımda aynı zamanda bir Tarsuslu Saul'u görebiliyorum –geleceğin Pavlus'u. Benim tanık olduğum, gizli polislerin birçok görevlileri Hristiyan oldular.

 

''Komünistler için kurtuluş umudunun olduğunu hapishanede gördük. Onlara karşı bir sorumluluk duygusunu orada edindik. Komünistlere bir Hristiyan misyonu kurma düşüncesi Komünist hapishanesinde doğdu. Kendimize şunu sorduk: 'Bu adamları Mesih'e kazandırmak için neler yapabiliriz?'

 

''Cennetin kapıları komünistlere kapanmadı. Ne de ışık onlar için söndürüldü. Onlar da herkes gibi tövbe edebilirler. Biz de onları tövbeye çağırmalıyız. Yalnız sevgi komünistleri ve teröristleri değiştirebilir''.

 

+

Pastör Wurmbrand 1956 yılında serbest bırakılınca, gizli kilisesinin işine, kaldığı yerden devam etti. 1959 yılında tekrar görevlilere teslim edildi, ama bu sefer yanında çalışan birisi onu ele vermişti. 1964 yılında 2. kez serbest bırakıldı, ve tekrar işine kaldığı yerden devam etti.

 

1956 yılında arkadaşlarının Romanya devletine ödediği 10.000 dolarla Wurmbrand ailesi ülkeyi terk edebildiler. ABD'ye gelmeden önce İskandinavya ve İngiltere'de bulundurlar. 1967 yılında Wurmbrand ailesi komünistlere olan misyonlarını 'Komünist Dünyası'na İsa' adıyla resmi olarak başlattılar. Bugün bu misyon 'Şehitlerin Sesi' olarak tanınıyor ve dünyanın neresinde olursa olsun, zulmedilen kiliselere hizmet vermeye çalışıyorlar.

 

Hazırlayan: Y.L.M.

(DC Talk & 'Voice of the Martyrs, Jesus Freaks, Bloomington, Minnesota, Bethany House, 1999; 63-69. sayfalarından özetlenmiştir)